
Aude Sapere, “Bilmeye cesaret et” olarak karşılanabilecek bir Latince ifadedir. Terimin kavramsal altyapısında, Immanuel Kant tarafından “Was ist Aufklärung?” (Aydınlanma Nedir?) adlı metninde kullanılmasının rolü büyüktür. Aydınlanma Çağı’nın mottosu olarak hümaniter değerlere ulaşmada bir yol gösterici hem de farklı disiplinlerce yerleşik ön yargılara karşı mücadele etmenin bir ifadesi olarak kullanılmıştır.
Terim ilk ifadesini İ.Ö. 20 yılında Romalı şair Horatius’a ait “Mektuplar”ın birinci kitabında bulur. Sapere Aude, söz konusu metindeki 2. mektubun 40. satırında Lolius kastedilerek kullanılır: “Dimidium facti, qui coepit, habet; sapere aude, incipe.” (Başlamış olan, işi yarıladı; bilmeye cesaret et, başlamaya cesaret et!).
Homeopatiyi tıbba kazandıran Samuel Hahnemann , “Organon der Rationellen Heilkunst” (İyileştirme Sanatının Organonu) kitabını “Aude Sapere” ile başlar. Bundan dolayı homeopatlar “Sapere Aude” yerine “Aude Sapere” olarak kullanır. Kant ile aynı dönemde yaşayan Hahnemann tıp alanında yerleşik yargıları karşısına almış ve aklını özgürleştirerek yaptığı gözlemlerle tıbba çok şey katmıştır. Organon tıp tarihinin en radikal felsefi kitabı sayılabilir. İyileştirme Sanatının Organonu kitabının yazılmasının üzerinden neredeyse iki asır geçmiştir ve Hahnemann’ın tespitleri halen geçerlidir. Ne yazık ki tıp aydınlanmasını yaşayamamıştır. Bu kitap sadece belli hekimlerce bilinmektedir.
Kant ve Aydınlanma
Immanuel Kant, “Aydınlanma Nedir?” başlıklı yazısının ilk paragrafında Sapere Aude’nin bir yöntemsel yol gösterici olduğu belirtilir:
“Aydınlanma kişinin kendi kendini maruz bıraktığı vesayetten kurtuluşudur. Vesayet, kişinin bir başkasının yönlendirmesi olmaksızın anlama yetisini kullanabilmekten yoksun oluşudur. Kişi, aklın dışarıdan gelen yönlendirmeler olmaksızın kullanılabilmesine yönelik kararlılık ve cesaretten yoksun olması durumlarında, kendisini bu vesayete maruz bırakır. Sapere Aude! “Kendi aklını kullanmaya cesaret et!””
Düşünüre göre bir yetişkin gibi davranmamak, kendini bir vasîye teslim etmek çok kolaydır; “benim yerime anlayacak bir kitap, benim yerime vicdan taşıyacak bir papaz, perhizimi düzenleyecek bir hekim ve böyle diğerleri var olsaydı, kendimi yormazdım. Düşünmeme gerek kalmazdı sadece bedelini ödeyebilsem ve zahmetli işi başkalarına bırakabilseydim.”
Kant bu noktadan hareket ederek, kişinin kendi akıl yetisini kullanmayışının toplumsal sonuçlarını irdelemeye başlar. Bu durum hem toplumsal yapılanmamızı hem de tek tek var olanlarla ilişkilerimizi belirlemektedir. Bilmeye cesaret edememek ve özgür akıldan yoksunluk bizi çevreleyen dünyayı da dar kalıplar dışında algılamamızın olanağını kısıtlar.
“Hayatı boyunca altında yaşadığı vesayeti doğal bir durummuş gibi benimsemiş herhangi birinin özgür akılla düşünmesi oldukça zordur.”
Düşünüre göre Aydınlanma bu kalıplardan, ön yargılardan kurtulmaktır. Özgürlük sağlanırsa (özgürlüğün buradaki kullanımı kavramsal bağlamdadır; düşüncede özgürlüktür, Sapere Aude’dir) Aydınlanma’nın takip edeceği kesindir. Ancak toplumsal şartlar, hem otoritenin baskısı hem de kitlelerin düşünme sorumluluğunu bir üst kuruma devretme eğilimi, bu özgürlüğün ortaya çıkmasında engeldir. Hangi alanda olursa olsun hep aynı şey duyulur: “Sorgulama!” Sonuç olarak yerleşik paradigma varlığını sürdürmeye devam eder.
Kant yaşadığı çağı aydınlanmış bir çağ olarak değil, aydınlanan bir çağ olarak nitelendirir; hangi alan söz konusu olursa olsun aydınlanma eylemi statik değildir, bir analitik önerme olarak, dinamiktir: Devinim, eylemin doğası gereğidir. Bu devinimin yolunu açan ise bir prensip olarak Sapere Aude’dir.
(Bu yazıdaki felsefi katkıları için Tangun Başar Dinç’e teşekkür ediyorum.)
